Yeni düzenin, iletişim teknolojilerinin monopol yapılarıyla tanımlanması gerekmiyor

Gabriel Vasquez'e ait fotoğraf/Flickr (CC BY 4.0)

Erick Huerta Velázquez'a ait bu makale, aslen Comunicares sitesinde paylaşılmış, düzenlenmiş bir versiyonu izin alınarak Global Voices tarafından yayınlanmıştır.

COVID-19 pandemi sürecinde, özellikle çalıştığım telekomünikasyon sektöründe, haberler COVID sonrası, Bilişim ve Komünikasyon Teknolojileri'nin (ICT) yönlendireceği bir “yeni normal”den söz ediliyor. Bu, özellikle yapay zekanın kullanılması gibi, gözetlemenin rahatsız edici unsurlarından kaynaklanıyor.

Görünen o ki, şuan yaşayabilmemizin sebebi Amazon, bütün hareketlerimizin cep telefonları sayesinde takip edilebilmesi veya ICT'nin yardımıyla öğrencilerin verimli olsun olmasın eğitime devam ettirilmesi.

Fakat bu yeni normalin, bilişim teknolojilerinin monopolileriyle, 5G'nin yararları hakkındaki söylevlerle, yapay zakayla veya Büyük Veri ile tanımlanması gerekmiyor. Yeni normal, bizi doğaya yaklaştırabilir, yerliler ve köylüler de bunu başarmamızı sağlayacak en iyi öğretmenler.

Kırsal bir alanda karantina altında olmama rağmen, Meksika'daki yerli topluluklarla çalışabilme imkanım olduğu için şanslıyım. Bu toplulukların virüse değil de, pandeminin yarattığı abluka haline karşı dayanıklılıkları hayret verici. Birçoğu, büyük değişiklikler gerçekleştirmeden (topluluklarını yabancılara kapatmak dışında) günlük hayatlarını sürdürebiliyor.

Santa María Yaviche, Oaxaca, Mexico'da bulunan topluluk, Erick Huerta Velazquez'e ait.

Bazı gazeteciler gelip bana yerli topluluklarındaki çocukların derslerine düzenli devam edebilmek için internet erişimlerinin bulunmamaları konusundaki endişelerini anlattığında, kendime şunu soruyorum: onlara, bu erişim eksikliğinin çocuklara aksine topluluklarının onlara öğretebileceği, milpa (işlenmiş toprak) ekimi gibi temel bilgileri öğrenmeleri için imkan sağlayacağını, onları doğayı, sanatı ve topraklarını muhafaza etmeyi daha iyi kavramaya yönelteceğini nasıl söyleyeceğim?

Bu toplulukların pandeminin yarattığı izolasyona karşı dayanıklılıkları, telekomünikasyon sistemlerine dayanmıyor- aksine, birçok durumda berbat internet bağlantılarına sahipler- dayanıklılıkları, yaşam tarzlarından geliyor. Geçmişte bizim yaşam tarzımız da buna yakındı, fakat ne yazık ki bundan uzaklaştık, hatta birçok topluluğu da bu yaşam tarzından uzaklaştırdık.

Bildiğimiz kadarıyla, COVID-19 hastalığını oluşturan koronavirüs direkt olarak ekosisteme yapılan müdahelelerden ve vahşi hayvanlara verilen zararlardan, polenleşmede yer alan yarasa gibi canlıların tüketilmesinden kaynaklanıyor.

Son yıllarda, ormanlara verilen tahribat daha da kötüleşti. Brezilya ve ABD başkanları gibi dünya liderleri, çevre koruma üstünde konuşmaya dahi tenezzül etmedi. Bunun yerine, ormanların yok edilmesine sebep olan aktiviteleri açıkça desteklediler: tomrukçuluk, madencilik, hidrolik kırılma, boru hatları ve enerji projeleri.

Benim hayalimdeki yeni normalde şehir gelişimi vahşi hayatı korumayı ön plana alıyor, biyolojik sahalar yaratıyor, yeşillik alanların büyük paydaya sahip olmasını ve korunmasını sağlıyor. Yaşamın öncelik taşıdığı bir model oluşturuyor, sadece politikada değil fakat akademide de, mühendislik ve mimarlık eğitimlerinde, okullarda ve medyada, gelişim üstüne yeni bir sosyal fikir yaratıyor, topluluklara ait ekosistemlerin korunmasına madencilik, şehir inşası ve turizm dışında da anlamlar yüklüyor.

Guatemala'da bir orman. Melissa Vida'ya ait görsel, izniyle kullanıldı.

Yerlilerden öğrenilen bir diğer unsur da sürdürülebilir gıda üretimi. Şehirdeki insanlar, tükettikleri yiyeceklerin kaynaklarından haberdar değiller. Bu, ülkenin gastronomik kültürlerinin kaybına sebep oluyor, çeşitli gıdaların yenmemesine ve obeziteye, diyabete, yüksek tansiyona sebep olan işlenmiş ve yağlı gıdalara yönelinmesine sebep oluyor. Pandemi boyunca bu unsurlar, Meksika'daki ölümlerin yüksekliğini açıklayan ana faktörler oldu.

Ben, yeni normali şehrin her mahallesinde bahçeler olacak şekilde hayal ediyorum, evinde tarıma imkanı olmayan insanların bu bahçelerden toprak alıp şehirde dahi sürdürülebilir tarım gerçekleştirebileceklerini hayal ediyorum. Washington ve Stockholm'da bu tarz iki yer gezdim, ve eminim ki bizim şehirlerimizde de insanlar böyle bir imkanı hoş karşılayacaktır.

İşsiz kalan insanların da kendilerini doyurabilmeleri önemli. Çalışmalara göre önümüzdeki yıllarda yapay zekanın ve otomasyonun gelişmesi, ABD'de %47 oranında; Hindistan ve Tayland gibi ülkelerde de %70 oranında işsizliğe sebep olacak.

Aynı zamanda şehirlere yakın tarım alanlarının sahip olduğu rolün yeniden değerlendirildiğini, şehirleşmenin etkilerinden korunduklarını ve şehirlerde esas yiyecek kaynağımız olarak ekonomik veya kültürel önemlerinin farkına varıldığını hayal ediyorum.

San Diego, ABD'de şehiriçi bir bahçe. Photograph by Osbornb/Flickr (CC BY 2.0)

Yeni gerçekliğin bir diğer unsuru ise eğitimdeki radikal değişiklik, ve bu pandemi sürecinde oldukça başarısız oldu. Meksika'da ders saatlerinin arttırılması bizim için önem arz ediyorken, İskandinav ülkelerinde hem okul hem de iş saatleri azaltılarak kişilerin aileleriyle daha fazla vakit geçirmesi istendi; ve bu yaklaşımın sonucu oldukça başarılı oldu, öğrenme oranında artış görüldü.

Ben, topluluklardaki derin bilgi birikimini reddetmeyen ve bu bilgilerin aktarımı için alan oluşturan, daha az kısıtlayıcı bir eğitim sistemi hayal ediyorum. Zorla bilgi aktarmak yerine, farklı kültürlerin birbirleriyle diyalog kurup, birbirlerine katkı sağlamalarını sağlayacak daha kapsayıcı bir okul hayal ediyorum.

Son olarak, yeni normalin yeni bir şehir mimarisine sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Yerli ve köylü topluluklardan öğrendiğim bir diğer çıkarım, yerleşim yerlerindeki şehir ve ekim alanlarıyla alakalı. Evler küçük, fakat teraslar sebze ekebilecek, büyükbaş yetiştirebilecek ve çocukların oynayabileceği kadar büyük. Böyle bir bölgede sokağa çıkma yasağı oldukça keyifli olabilir, hem de söz ettiğim tarımsal alanlar da göz önünde bulunursa.

Bir sebze bahçesi. Görsel, Carlos Zambrano'ya ait./Flickr (CC BY-NC-ND 2.0)

Fakat aksine, şehirlerde aşırı kalabalıklaşma gerçekleşiyor, yüksek gelirli insanlar için oteli andıran modern evler, düşük gelirli insanlar için ise hapishaneyi andıran, çok az yeşil alanlı veya bu alanların çok küçük olduğu evlerin sayısı artıyor.

Yeni normalde, mahallelerde daha fazla yeşil alan, daha fazla park, şehirlerdeki ormanlar için daha fazla güvenlik bulunabilir, ve her gelişmiş bölgenin yeşilliğe sahip olacağı bir şehir planlaması modeli gerçekleştirilebilir.

Şuanki kriz, dominant medeniyet paradigmasının oluşturduğu problemlere ışık tutuyor, bu paradigmanın çözümüyse her derde deva olarak görülen, medeniyetin daha da yayılmasını sağlayacak teknolojide bulunmuyor. Bunun yerine, yerli insanların bin yıllardır içinde bulundukları ekosistemlerle sürdürdüğü yaşam tarzına bakarak çözüm bulabiliriz.

Sohbet başlatın

Yazarlar, lütfen giriş »

Kılavuz

  • Tüm yorumlar onaydan geçirilir. Yorumunuzu birden fazla göndermeyin, yoksa reklam olarak işaretlenebilir.
  • Lütfen diğerlerine saygı gösterin. Nefret, küfür ve kişisel saldırı içeren yorumlar onaylanmayacaktır.